Sahi Biz Kimiz?; “Ben Kimim?” yazısından sonra “Biz Kimiz?“ yazısının devamını yazmanın doğru olacağını düşündüm.. Çünkü olayları bireysele indirgeyerek yorumlamak ve değerlendirmek yerine toplumsal olarak ele almak ve değerlendirmek daha mantıklıdır. 1945–1965 yılları arasında doğan kişiler bugün 55-75 yaşlarındadır.. Ve birazdan tartışacağımız konulardan en çok bunlar etkilenmiştirler..
Bugün Türkiye‘nin yönetiminde etkin olan ve Milli Görüş kimliği gömleğini çıkararak yola çıkan Milli Türk Talebe birliğinde yoğrulan 1948 Bursa doğumlu Bülent Arınç, 1954 İstanbul doğumlu Rize kökenli Recep Tayyip Erdoğan, 1947 Sivas Yıldızeli doğumlu Abdüllatif Şener, 1950 Kayseri doğumlu Abdullah Gül, AK partiyi kurarak Türkiye‘nin yönetimini ele geçirmiştiler.. Bugüne kadar yaptıkları icraatlarda – bir kişi hariç-milli görüş gömleğini çıkarmadıklarını onun biraz değişik versiyonu ile akıllı bir şekilde yola devam ettiklerini görmekteyiz.
1947 Ankara doğumlu Erzurum kökenli Deniz gezmiş, 1949 Sivas Gürün doğumlu Hüseyin inan, 1947 Yozgat doğumlu Yusuf Aslan, 1946 Samsun doğumlu Mahir Çayan, 1944 İstanbul doğumlu aslen Erzurum kökenli Sinan Cemgil, 1947 yılı Ardeşen Rize doğumlu Cihan Alptekin, 1947 Nevşehir Hacıbektaşı doğumlu Ulaş bardakçı gibi sol görüşlü devrimci gençler de Türkiye‘nin bağımsızlığını savunmuşlar, bu uğurda silahlı eylemlere girişmişler, bir kısmı banka soymuş, asker ve polise mermi sıkmış ve 1969 yılında Filistin cephesinde hem eğitim almış hem de Filistin lehinde İsrail’e karşı savaşmışlardır. 1968 kuşağı olarak bilinen bu gençlerden Deniz Gezmiş, Hüseyin inan, Yusuf Aslan 1972 yılında idam edilerek diğer devrimci gençler ise çatışma esnasında vurularak öldürülmüşlerdir. Bu gençlerin çoğunluğu Orta Doğu Teknik Üniversitesinde (ODTÜ), bir kaçı da İstanbul lisesinde öğretim görüyordu..
1944 yılında Nihal Atsız ülkücülüğün kurulması ve kabul edilmesi için yoğun bir çaba sarf etti, 1960’lı yıllardan sonra merhum Alparslan Türkeş ülkücülüğü Türk milletine sevdirmek ve kabul ettirmek için Türk ve İslam sentezini birleştirerek “Türklük bedenimiz, İslamiyet ruhumuzdur.” sloganıyla yola devam etmiş ve başarılı olmuştur. Ülkücülüğün bu seviyeye gelmesi ve ülkemizde kendini kabul ettirmesi merhum Alparslan Türkeş sayesinde olmuştur. 1948 Osmaniye doğumlu Devlet Bahçeli, 1949 Çorum doğumlu Muharrem Şemsek, 1951 Kars Sarıkamış doğumlu Oktay Öztürk, 1949 İstanbul doğumlu aslen Rize Çayeli‘nden olan Yaşar Okuyan, 1946 Tarsus doğumlu Enis Öksüzoğlu, 1954 Sivas Şarkışla doğumlu Muhsin Yazıcıoğlu gibi Ülkücü kökenli siyasetçiler Alpaslan Türkeş ile birlikte yola çıkmışlar bir kısmı emanetini devam ettirirken bir kısmı da ayrılmışlardır.
1968-1980’li yıllarda gençler arasında sağ ve sol çatışmaları amansız bir şekilde devam etmiştir.. Ülkücü ve devrimci gençler arasındaki mücadele kavgalara ve adam öldürmelere dönüşmüştü.. 5000’e yakın genç sağdan ve bir o kadar da soldan gençlerimiz ölmüştü. Görünüşe göre iki grupta Türkiye‘nin menfaatini, bağımsızlığını istiyordu. Sağ grup “Milliyetçi Türkiye”, sol grupta “Bağımsız Türkiye” sloganlarıyla Türkiye‘yi savunuyordu. CIA ve KGB gencecik yaşlarda ki evlatlarımızı maalesef elimizden almıştı.. Taa orta okullardan liselere, yüksek okullara, üniversitelerimize kadar hatta çalışma ortamına, iş yerlerine kadar her yerde çatışma ortamı oluşturulmuştu.
İşin ilginç yanı bu çatışmalarda milli görüş veya milli Türk talebe birliği yoktu.. Olayları uzaktan seyrediyorlardı ve olayları önemsemiyor gözüküyorlardı.. Ülkücülerle çatışmayı seven solcular ne hikmetse milli görüşçülerle çatışmaya girmiyorlardı.. Okullarda, eğitim kurumlarında varlıkları da yoklukları da belli değildi.. Demek ki o zamanlar onlara bir görev verilmemişti. Türkiye‘nin sosyal barışını önce sağ ve sol çatışmayla bozmak isteyen güçler mütedeyyin olarak kabul edilen gençliği ileriki yıllarda kullanmayı düşünüyordu.. Ve nitekim de öyle oldu.
Sağ ve sol görüşlü öğrenciler arasında kavgalar, çatışmalar o kadar ileri gitmişti ki ülkenin her tarafında kurtarılmış bölgeler, mahalleler semtler oluşturulmuştu.. Hangi okulların, hangi öğrenci yurtlarının komünist; hangi okulların ve hangi öğrenci yurtlarının ülkücü olduğu bile belirlenmişti..
O zamanlar ben tıp fakültesinde öğrenciydim, Ankara Demirlibahçe’de SİTE öğrenci yurdunda kalıyordum. Yurdumuz ülkücülerin kontrolünde idi, siyasal ve hukuk fakültesinin arkasındaki Cumhuriyet yurdu da solcuların elindeydi..Öğrenci hareketleri yürüyüşler, protesto yürüyüşleri, cenaze merasimleri, gece nöbetleri vs ders çalışmamızı engelliyordu. O nedenle son iki senemi ev tutarak evde geçirmek zorunda kaldım..
Üniversitelerin ve fakültelerin %80’i sol görüşlü komünist dediğimiz kişileri destekliyordu.. Eğer ülkücü olduğun biliniyorsa herhangi bir bölüme asistan veya akademisyen olarak girebilme şansımız yoktu veya çok azdı.. Üniversite yönetimleri çoğunlukla masonların ve sol görüşlü insanların elindeydi. Öncelikle bunların adamları veya öğretim üyelerinin çocukları akademik kadroları alınırdı.. Bizim bu konularda hemen hemen hiç şansımız yoktu..
Bugüne kadar ideolojik veya siyasi görüşüm nedeniyle hiçbir akademik kadroya veya klinik şefliğine atanmadım; bütün kariyerlerimi bileğimin hakkı yani girdiğim imtihanlar sayesinde almıştım.
YÖK’ü yok etmek için yani kapatmak için iktidara gelen Ak Parti yönetimi, YÖK’ü ele geçirince bu görüşünden vazgeçti ve YÖK’ü Milli görüş istikametinde kullanmaya başladı.. Şimdi bütün akademik kadrolar ve yönetimler Ak Parti tarafından özellikle de Sn. Reisicumhur tarafından belirlenmektedir.. Eskiden komünistler dediğimiz solcular devrimciler ve Masonlar kendi adamlarına akademik kadrolara atarken bugün YÖK’ü devralan Ak Parti hükümeti kendi yandaşlarını atamaktadır.. Atanacak olan kişilerin imam hatip kökenli veya ilahiyatçı olması yeterli olmaktadır.. Yeni açılan Üniversitelerin veya mevcut eski üniversitelerin Rektör ve Dekan gibi yöneticileri ve akademik kadrolarına milli görüşçülerin veya partililerin yerleştirilmesi tesadüf değildir..
Evet gelelim esas söylemek istediğimize; kendilerini gerçekten bu ülkenin sahibi sanan ve bu uğurda taviz vermeyen ülkücüler, maalesef bu anlamda sınıfta kalmıştır.. Bugüne kadar Üniversitelerin yapılaşmasında ve Akademik kadroların oluşturulmasında kominist-solcu ve mason yönetimlere yaranamamış, kendilerini kabul ettirememiş ve dışarda kalmışlardır. Bugün de milli görüş kimliği altına bir türlü sığdırılamamış, kabul görmemiş ve mağdur edilmişlerdir.. Önüne gelen herkese doçentlik, profesörlük gibi akademik kadrolar verilirken liyakat ve kaliteli eğitim, bilimsel araştırma, bilime katkı maalesef dibe vurdurulmuştur.
Ne gariptir ki sol zihniyetli kendini akademisyen ve yurtsever kabul eden kişiler eski saplantılarına hala devam etmektedirler.. Türkiye genelinde birkaç özel vakıf Üniversitesini ellerinde bulunduran bu kişiler eskiden olduğu gibi ülkücülere sırtlarını çevirmiş hala onları düşman gözüyle görmektedirler.. İlan edilen akademik kadrolara asla ülkücü kökenli kişi kabul etmemektedirler..
Zavallı ülkücüler; ne milli görüşçülere ne de solculara yaranamadı. Eskiden Ak partinin düşmanı iken şimdilerde ise en büyük destekçiliğini yapan Devlet Bahçeli’nin tavrını da anlamak mümkün olmadı.. MHP’nin ve Ülkücülerin en büyük kalelerinden biri olan sağlık bakanlığını darmadağın eden Ak Partiye herhangi bir şekilde müdahale edemeyen Sn. Bahçeli Üniversite sisteminde de suskunluğunu bozmayacak gibi duruyor.
Ülkemizde kurulmuş olan 85 civarında tıp fakültemize karşın 106 ilahiyat fakültesi kurulmasıyla dünyada birinci durumdayız. Müslümanlığı ve İslam nizamını açıklayan Kuran Kerim’i bir türlü ezberleyemeyen ve anlamını çözemeyen bizler bu kadar çok İlahiyat fakültesi ile bile üstesinden gelemeyeceğiz galiba.. İşin en üzücü tarafı da ilahiyat fakülteleri ve imam hatip liselerinin sayısı artarken gençler arasındaki deizmin artmasıdır. Demekki dayatmalar ve gösterişlerle Müslümanlık kabul görmüyor.. Sevgi dağıtan, sevilen ve kucaklayan bir müslümanlığa ihtiyacımız var.
Herkese iyi bir pazar günü dileyerek gerçek babaların babalar gününü kutluyorum..