Türkiye’de Bilim, Akademi ve Üniversitelerin Karnesi

Türkiye’de Üniversitelerin Durumu
Türkiye’deki üniversitelerin çoğu 2006’dan sonra açıldı. Avrupa Birliği üyesi 27 ülkenin toplam nüfusu yaklaşık 450 milyon ve birlik üyesi ülkelerde 18 milyon yükseköğrenim öğrencisi var. 85 milyonluk Türkiye’de ise bu sayı 8 milyon. Son yıllarda yükseköğretimde yaşanan bu rakamsal büyüme, niteliğe de yansıyor mu? Üniversitelerin en önemli görevlerinden olan araştırma ve bilim üretimi nasıl etkileniyor? Chicago Üniversitesi Ekonomi Departmanı’ndan Arnold C. Harberger kürsüsü sahibi Prof. Dr. Ufuk Akciğit, Cumhuriyet Üniversitesi’nden Doç. Dr. Selçuk Beşir Demir, Boğaziçi Üniversitesi’nden Doç. Dr. Ziya Toprak, araştırmacı Deniz Bozkurt Pekar ve ismini vermek istemeyen bir akademisyen Türkiye’deki üniversiteleri araştırma ve bilim üretimi açısından değerlendirdi.

Araştırma, Üniversitenin Kalitesinde En Önemli Faktör
2019 YÖK verilerine göre Türkiye üniversitelerinde okuyan öğrenci sayısı: 7 Milyon 940 Bin 133

Yüksek Öğretim Kurulu’na göre 1984 ve 2019 yılları arasında Türkiye’deki üniversitelerde görev yapan profesör sayısı ve buna oranla değişen YÖK bütçesi

Bilgi, başarı ve yetenek kıstaslarına göre şekillenmeyen akademik göreve kabul edilme ve yükselmelerin bütçeye nasıl yansıdığını görmek için yukarıdaki profesör sayılarının yıllara göre artışı ve yükseköğretim kurumları bütçesinin artışı aşağıdaki tabloda okunabilir.


Türkiye Bilimler Raporuna göre akademik hayata yeni başlayan araştırmacıların ortalama akademik yayın kalitesi 2003 yılından sonra sürekli olarak gerileme kaydediyor. Neden acaba?

YÖK verilerine göre Türkiye’deki üniversitelerde öğrenci başına düşen basılı kitap sayısı
2019-2020 öğretim yılı : 6,90
2020-2021 öğretim yılı : 7,09
Oransal artış: 0,19

Üniversitelerin sıralamasını yapan Times Higher Education’a göre, bir üniversitenin değerini etkileyen en önemli faktör, yayımlanan araştırma sayısı.

Yatay eksende, kişi başına düşen kaliteye göre düzenlenmiş yayın sayısı, Dikey eksende bir üniversitede yayın yapan araştırmacı oranını gösterilmiştir.
Bu tablodaki sarı noktalar, 2006 sonrası açılan üniversiteleri gösteriyor. 2006 sonrası açılan üniversiteler iki eksende de sıfır noktasına daha yakınlar. Dolayısıyla iki verimlilik kriteri açısından da 2006 sonrası açılan üniversiteler, daha eski üniversitelerden geride gözüküyor.

“Normalde olması gereken, tüm araştırmacıların %100’ünün yayın yapmasıdır. Ama baktığınız zaman, sıfıra yakın oranlarda yayın yapan araştırmacıların olduğu
üniversiteler görüyoruz.”
2006 Neden Bir Kırılma Noktası?

2006 sonrası araştırmacı başına düşen lisans öğrencisi sayısında ciddi bir artış olduğunu görülüyor. “Araştırmacı başına düşen lisans öğrencisi sayısı arttıkça, araştırmacının verimliliğinin düştüğünü görüyoruz. Bu aslında çok şaşırtıcı değil. Çok fazla ders vermem gerekirse, araştırma yapmak için daha az zamanım olacak.” Bilimsel yayın sayısı da bunu gösteriyor. 2000-2006 arası Türkiye’nin bilimsel yayın sayısı artıyor, fakat 2006’da sert bir kırılmayla üretim yavaşlıyor.
Toplam Bilimsel Yayın Sayıları

Yurt dışından Alınan Atıflar

Atıflar Neden Azalıyor?
Bir makalenin kalitesi hakkında, yayımlandığı derginin etki puanı yani prestiji, ipucu verebilir. Cumhuriyet Üniversitesi’nden Doç. Dr. Selçuk Beşir Demir, “Şaibeli dergiler: Bunları kim, neden yayınlıyor?” isimli makalesinde para karşılığı yayın yapılan dergileri araştırmış:
“300, 500, 1000 dolar veriyorsunuz. Hakem süreci sağlıklı işlemiyor. Maksimum 1-1.5 ay içinde makalenizi hızlı şekilde yayınlıyorsunuz. Bu dergiler kendisine gelen neredeyse bütün makaleleri para karşılığı yayınlıyor.”

Türkiye, 2018 yılında “şaibeli dergilerde” en çok yayın yapan 3. ülke.
Türkiye’de belli bir sayıda makale yayımlamak, akademik terfi için ön koşullardan biri. Ayrıca, “Akademik teşvik” adı altında, yayımlanan makale ve bildiri sayısına göre prim alınan bir sistem var. Bunlar, akademisyenleri daha çok sayıda yayın yapmaya teşvik ediyor. “Bir şaibeli dergide yayın yapmak için minimum 300 dolar ödemeniz gerekir. Bazen 100’dür 1000 dolara kadar artar. Türkiye’de bildiğimize göre, geçen sene 20 bin ile 50 bin arasında şaibeli dergilerde yayın yapılmış. 20 bini 1000 dolarla çarparsanız ne yapar. 20 milyon dolar yapar.
“Gelelim kültürel boyutuna. Türkiye’nin şaibeli dergilerde yayın yapan ilk 3 ülke arasında olduğu bilinirse, bir Türk araştırmacı olarak prestiji kalır mı? Türkiye’nin prestiji düşüyor. Türkiye’nin üniversitelerinin ve Türkiye’nin akademisyenlerinin saygınlığı düşüyor. Türkiye’nin ürettiği bilimsel bilgiye güven düşüyor.”

Türkiye Akademi Dünyasına Damga Vuran İntihal Oranları
İntihal, TDK’da “aşırma” olarak tanımlanıyor. Akademide, bir kişinin eserinde başka kişilerin ifade, buluş veya düşüncelerini kaynak göstermeden kendisine aitmiş gibi kullanarak sahtekarlık ve hırsızlık yapması anlamına geliyor.
Kamuoyunda ses getiren ilk intihal vakalarından birine, 1981’de Uğur Mumcu dikkat çekmişti. Mumcu, dönemin Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanı İhsan Doğramacı’nın yazdığı “Annenin Kitabı”nın, Amerikalı Dr. Benjamin Spock’ın “Baby and Child Care” kitabından aşırıldığını köşesinde esprili bir dille anlatmıştı.

Son dönemin en çok konuşulan intihal vakası ise Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan rektör Prof. Dr. Melih Bulu’nun yüksek lisans ve doktora tezleri oldu. YÖK’ün 2015’teki kararına göre tüm tezler, zorunlu olarak intihal tespit uygulamasından geçiriliyor ve ortalama %20’nin üzerinde benzerlik taşıyan tezler kabul edilmiyor. Türkiye’deki akademik eserlerin üçte birinde yüksek oranda intihal bulunuyor.
“Master tezlerinde yüksek oranda intihal oranı %36,8 doktora tezlerinde ise %26,15. İntihalli tezlerin kabul edilebilir bir oran gibi birşey söz konusu değil, intihalli tez sayısının sıfır olması gerekiyor. Daha kötüsü vakıf üniversitelerinde bu oran %46. Neredeyse iki tezden biri. İşin kötüsü, orta ve düşük oranlar eklenirse tüm bu oranlar daha da yükselir.” Yükseköğretim Öğrenci Disiplin Yönetmeliği’ne göre intihal yapmanın cezası bir yarıyıl uzaklaştırma.

Sorun Türkiye’de İntihalle Başa Çıkış Biçimi
Disiplin cezası vermek pek mümkün değil!
“Hoca intihali tespit ettiğinde daha yüksek bir merciye durumu bildiriyor. Ama maalesef intihali yapan öğrencinin bakanın oğlu vekilin kızı olduğu öğreniliyor ve ceza uygulanmaması için hocaya tavsiye veriliyor. “Disiplin cezası verilmezsse, öğrenci o dersten kalmazsa, ciddi şekilde uyarılmazsa öğrenci yüksek lisansta, doktorada bunu yapacak. Akademi içten çürüyecek, ülkemiz yeni bir bilim üretemeyecek, orijinal bir fikir sunamayacak hale gelecek.”
“En büyük varlığımız kendimiziz. Çabalayıp kendi fikirlerini sunmaya çalışırlarsa, hem Türkiye’nin bilim geliştirmesine hem de yükseköğrenimin kalitesine artı değer kazandıracaklar. Yoksa kendi aldıkları diplomanın değeri giderek sıfırlanıyor ne yazık ki.”

İlk 500’de Sadece Bir Üniversite
ODTÜ bünyesinde faaliyet gösteren ve dünyadaki üniversitesi akademik performanslarına göre sıralayan URAP’ın verilerine göre, Türkiye, akademik performans açısından dünya standartlarını büyük ölçüde yakalayamıyor.
Kurumun 2020-2021 yılına ait dünyadaki ilk 500 üniversite sıralamasına Türkiye’den girebilen tek üniversite Hacettepe Üniversitesi. Onu sırasıyla, 632’nci sıradaki İstanbul Üniversitesi, 725’nci sıradaki İstanbul Teknik Üniversitesi ve 751’inci sıradaki ODTÜ izliyor. Boğaziçi Üniversitesi ise 1096’ncı sırada. URAP’ın dünyadaki üniversiteleri sıralarken göz önünde bulundurduğu ölçütler, üniversitelerin ürettiği ve uluslararası dergilerde yayımlanmış bilimsel yayınlar ile bunların etki değerleri.
“Uluslararası bir dergide yayın sahibi olmak neden önemli?” sorusunu yönelttiğimiz URAP Koordinatörü Ural Akbulut şu yanıtı veriyor:
“Bunu şu şekilde düşünün: Siz bir şey bulmuş olabilirsiniz. Ancak sadece siz biliyorsunuz. Eğer bunu duyurmazsanız, dünyaya hiçbir faydası yok. Eğer makaleniz uluslararası bir yayında yayınlanırsa, dünyadaki diğer bilim insanları da o konuya yoğunlaşabilir. Doğrularını ve yanlışlarını eleştirirler. Bilgiyi paylaşmış, büyütmüş olursunuz. Performans kıstası budur.” DW Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Akbulut, Türkiye’nin sıralamalarda yükselemeyişinin en önemli nedenlerden biri olarak “etki değeri yüksek dergilerde az sayıda makale bulunmasını” göstererek, “Bilimsel çalışmalar eğer dünya çapında duyulmazsa, onun herhangi bir değeri olmaz” vurgusu yapıyor.

Kalitesiz Bilimsel Yayın Sorunu
Gerçekten de Türkiye’deki bilimsel yayınların, yayınlandıkları bilimsel etki değeri sıralamasındaki yeri de oldukça gerilerde. Akademik çalışmaların yer aldığı uluslararası yayınlar, etki değerine göre Q1, Q2, Q3 ve Q4 olmak üzere dört gruba ayrılıyor. Q1 kategorisi, etki değeri en yüksek dergileri kapsarken Q4 kategorisindekiler etki değeri en düşük dergiler. Q1 kategorisindeki dergilerde yayımlanan çalışmalar daha çok atıf alırken, yani diğer çalışmalarda daha çok referans gösterilirken Q4 kategorisindeki yayınların durumu, bunun tam tersi. Türkiye’de yılda ortalama 35 bin civarında bilimsel makale yayımlanıyor. Bu sayı özellikle yeni üniversitelerin açılmasıyla geçmiş yıllara göre gözle görülür ölçüde artsa da URAP’ın verilerine göre, 2020 yılında içlerinden yalnızca yüzde 21,7’si etki değeri yüksek dergilerde (Q1) yayınlandı. Bu oran, örneğin, Hollanda’da yüzde 58,9, İngiltere’de yüzde 55,9 iken ABD’de yüzde 53,3 düzeyinde. Türkiye’de Q4 kategorisindeki dergilerde yayınlanan çalışmalar ise yüzde 30’un üzerinde.

Dünya Ortalaması Daha Çok Artıyor
Peki, çalışmaların sayısı artarken, Türkiye neden dünya sıralamasında daha üst sıralara yerleşemiyor? Yükseköğretim üzerine araştırmalar yapan Üniversite Araştırmaları Laboratuvarı (Uni-AR) Koordinatörü Prof. Dr. Engin Karadağ’a göre, bu sorunun yanıtını sadece akademik yetersizliklerde aramak doğru değil. DW Türkçe’ye konuşan Karadağ’a göre bilimsel yayınların artması olumlu bir gelişme; ancak Türkiye’de kaliteye yeteri kadar önem verilmediğinden dünya sıralamasında oldukça gerilerde kalınıyor: “Biz ne kadar yayınımızı artırsak da dünya ortalaması bizden daha çok artıyor. Hızlanırken geriye düşüyoruz. Kalite meselesinde ise daha geriye düşünüyoruz. Üniversitelerde atama yönetmeliklerimiz hep sayılar üzerine. Artık bunun tam tersi olmalı. Biz akademisyenler, kalite yerine sayıya odaklanıyoruz. Ancak artık kaliteye odaklanmamız gerekiyor.”

Yeni Atanan Rektörlerin Bilimsel Makaleleri
Nitelik tartışması sadece bilimsel yayınlara özgü değil. Rektörlerin akademik yeterliliği konusundaki tartışmalar, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki akademisyenlerin “üniversitenin niteliklerine uymuyor” diye eleştirdiği Melih Bulu’nun, kurumun rektörlük koltuğuna atanmasıyla yeniden gündeme geldi. 2021’in Şubat ayında yeni atanan 11 rektörün uluslararası yayın ve aldığı atıflara bakıldığında söz konusu rektörlerin ortalama altı yayını olduğu sonucu ortaya çıkıyor. Tüm dünyadaki araştırma, makale ve atıflarının toplandığı kapsamlı bir veri tabanı olan Web of Science üzerinden bakıldığında, hiç yayını olmayan veya bir yayını olan rektör sayısı yedi iken, söz konusu 11 rektör arasında hiç atıfı olmayan veya yalnızca tek atıf almış altı rektör var.
2019 yılında yaptığı bir araştırmada 71 rektörün uluslararası atfı olmadığını, 68 rektörün ise hiç uluslararası yayını bulunmadığını ortaya koyan Prof. Dr. Engin Karadağ, “Burada karşılaştırma yaparken atanan rektörün ne kadar bilimsel makalesi olduğuna değil, atandığı üniversitenin ilgili fakültesindeki akademisyenlere göre nasıl bir performans sergilediğine bakmak gerekir. Türkiye’de gerçekten çok nitelikli rektörler var. Ancak olmayanlar da var. Hatta bunun daha yaygın olduğunu görüyoruz” diyor. Rektörlerde akademik yeterliliğin neden bu kadar önemli olduğunu sorduğumuz, ODTÜ’de rektörlük görevi yapmış olan Prof. Dr. Ural Akbulut, şöyle diyor: “Rektörler tapu dairesini yönetmeleri için o koltuklara getirilmiyor. Rektörler, üniversiteyi dünyanın en iyileri arasına sokmakla da yükümlü. Dolayısıyla kendisi bilimsel yayın yapmamış olan ya da atıf almamış olan insanın, bunu yapması mümkün değil. Üniversitenin hangi alanlarda atılım yapacağını kavramanız lazım. Siz bilim insanı değilseniz, bunu nasıl anlayacaksınız, hangisine destek vereyim hangisine destek vermeyeyim… Bilimsel yanı zayıf olan rektörün bir üniversiteyi yüksek standartlarda bilimsel bir kurum haline getirmesi dünya çapında mümkün değildir.”

Akademide “Kadrolaşma Çabaları”
Hem rektörlerin akademik olarak yeterli olup olmadığı tartışmasının hem de bilimsel yayınların kalitesindeki düşüşün temelinde “akademideki kadrolaşma sorunu” olduğunu söyleyen İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden Dr. Mustafa Görkem Doğan’a göre “Dünyada bilim yapılabilmesi için kriterler belli; emirle iş yapılan bir yerde bilim olması mümkün değil.” Kültürel iktidar arzusundan dolayı üniversitelerde kadrolaşmaya çalışan bir ekip olduğunu dile getiren Doğan, “Kendi insanlarını, akademik yeterlilik ve liyakata bakmadan atamaları gerekiyor. Çünkü gerçekten yeterlilikleri yok. Burada temel sorun değerlerin benimsenmemiş olması. Üniversiteler diploma ve sertifika dağıtılan yerler değildir. Üniversiteler, özellikle 19’uncu ve 20’nci yüzyılda önemli sosyal dönüşümlerde rol oynamıştır. Bunu içselleştiremeyen bir ekip var” tespitini yapıyor.

Liyakat ve Dil Sorunu
Aslında Yükseköğretim Kurulu (YÖK) şeffaflık ve liyakat konusunda bazı adımlar atmaya hazırlanıyor. 11 Şubat’ta kamuoyuyla paylaşılan “Akademik Kariyer-Liyakat Platformu” tanıtım toplantısında konuşan YÖK Başkanı Yekta Saraç, “Yeni YÖK olarak kaliteyi, şeffaflığı ve liyakati önceleyerek yeni ve yenilikçi çalışmalarımıza devam ediyoruz. Akademideki atamalara ilişkin şikayetlerin ancak şeffaflık ve liyakati önceleyerek çözülebileceğini, önümüzdeki günlerde liyakat ve ehliyeti öne çıkaracak yeni kararlar alınacağını da ifade etmek isteriz” dedi. Öte yandan YÖK Başkanı Saraç, sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı bir açıklamada, akademik ünvan alırken yabancı dil bilme şartına ilişkin de bir takım değişiklikler yapılabileceğinin sinyalini verdi. 2018 yılında yapılan son değişiklikle birlikte, doçentlik ünvanı alabilmek için dil sınavından alınması gereken asgari dil barajı 65’den 55’e düşürülmüştü. Bu düzenleme, dil bilmeyen daha az nitelikli akademisyenlerin istihdam edildiğine yönelik eleştirilere neden olmuştu.
DW Türkçe’ye konuşan Doğan’a göre de bu tip düzenlemelerin altında yine kadrolaşma gayesi var. Yabancı dil kriteri konusunun çözülmesi zor bir konu olduğunu söyleyen Doğan, “Giderek daha kolay sınavlar yapılıyor. Fakat bu yabancı dil konusu, kadrolaşmadaki en büyük engel olarak gözüküyor. Kadrolaşma ihtiyacından ötürü akademik kriterlerle sürekli oynanıyor. Örneğin rektörlük atamalarında, profesörlerin beş yıl bekleme süresi vardı. Bu değiştirildi. Rektör yapmak istedikleri birini, hızlıca rektör yapabilmek için bu tür değişiklikleri yapıyorlar. Akademik yeterliliği olmayan insanları alacaksınız ama herkesi de almamanız lazım. Uygulamaların nedeni bu” değerlendirmesini yapıyor.

Öğrenci ve Akademisyen Memnuniyetinde Azalma
Yaşanan tüm bu sorunlar memnuniyet anketlerine de yansımış durumda. Uni-Ar’ın ülke genelindeki 192 üniversiteden 39 bin öğrenciyle yaptığı Türkiye Üniversite Memnuniyeti Anketi’ne göre öğrencilerin, öğrenim deneyiminden, akademik destek ve ilgiden ve kurumlarının yönetimi ile işleyişinden duydukları tatmin son yıllarda önemli ölçüde azaldı. Aynı şekilde Türkiye genelinde 16 bin 624 akademisyenle yapılan “Akademik Ekoloji: Akademisyenlerin Gözünden Üniversiteler” araştırması da akademisyenlerin büyük bir bölümünün üniversitelerinin yönetiminden memnun olmadıkları gibi, yoğun şekilde tükenmişlik hissi ve mutsuzluk yaşadıklarını, üniversitelerine aitlik ve bağlılık hissi beslemediklerini ve kendilerini “orta seviyede akademik olarak özgür” olarak tanımladıklarını gösteriyor.
Akademideki sorunların çözümü için YÖK, Ocak başından bu yana bir dizi projeyi kamuoyuna duyurdu. Bunlar arasında eğitim ve öğretimde dijital dönüşüm çalışmaları ile Anadolu’daki üniversitelerin “kıdemli üniversiteler” ile eşleştirilmesi gibi yeni adımlar var.

129 Devlet, 74 Vakıf Üniversitesi
Üniversitelerin 129’u devlet, 74’ü vakıf üniversitesi oldu. Sıralamada yer alan üniversitelerde görev yapan öğretim üyesi sayısı 82 bin 305, öğrenim gören öğrenci sayısı ise 2 milyon 294 bin 108 oldu. Sıralamada yer alan üniversiteler tarafından etki değeri yüksek dergilerde (Q1, Q2, Q3) yayımlanan toplam makale sayısı 31 bin 271 olarak kayıtlara girdi. Bu makalelerin yüzde 84’ü devlet üniversitelerince yayımlandı. Sıralamada yer alan üniversitelerin son 5 yılda aldığı toplam 1 milyon 290 bin 687 atfın yüzde 85’i devlet üniversitelerine ait oldu. Öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı, devlet üniversitelerinde ortalama 26,71 iken vakıf üniversitelerinde 32,30 olarak belirlendi. 2020-2021 URAP Türkiye sıralamasında Hacettepe Üniversitesi ilk sırada yer aldı; onu ODTÜ, İTÜ, İstanbul, Koç, Gazi, Ankara, Gebze Teknik, Bilkent ve Ege üniversiteleri izledi. Bu üniversiteleri sırasıyla Boğaziçi, Yıldız Teknik, Atatürk, Marmara, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa, Dokuz Eylül, Erciyes, Selçuk ve Karadeniz Teknik Üniversiteleri takip etti.

Türk Üniversiteleri Sıra Kaybediyor
Türk üniversitelerinin çoğunun, son yıllarda sadece URAP dünya sıralamasında değil tüm dünya sıralamalarında geriye düştüğünü kaydeden Akbulut, bunu şöyle açıkladı:
“Bu düşüşün temel nedenlerinden biri etki değeri en yüksek dergilerdeki makale sayılarının yeterince hızlı şekilde artırılamayışıdır. Etki değeri çok düşük dergilerde makale yazan akademisyenlerin, bu tür dergilere makale göndermemesi kendi üniversitelerinin sıralamalarda gerilemesini durduracak. Atıf alamayan makaleler azaldıkça ilgili üniversitenin makale başına düşen atıf sayısı artacağı için makale başına düşen atıf sayısını artıran üniversitelerin sıralamalarda ilerleme şansı artacak.”
Akbulut, Türk üniversitelerinin Q1 grubundaki dergilerdeki makale sayısının, dünya ortalamasının çok altında olduğunu dile getirdi. Akbulut, çok sayıda üniversitedeki yöneticinin, üniversitelerinin dünya ve Türkiye sıralamalarında yükselmesini sağlamak için çaba harcadığına dikkati çekti. Ülke politikaları sayesinde son yıllarda Çin ve Avustralya üniversitelerinin dünya sıralamalarında hızla yükseldiğini vurgulayan Akbulut, Çin’deki kadar Ar-Ge’ye destek vermeyen ABD, İngiltere, Almanya, İtalya ve Fransa başta olmak üzere çok sayıda ülkenin üniversitelerinin dünya sıralamalarında gerilere düştüğünü aktardı. Akbulut, şöyle dedi: “Üniversitelerimizin sıralamalarda yükselebilmesi için dünya ortalamasının çok üstünde bir hızla yayınlarının sayı ve kalitesini artırmak için çaba sarf etmesi gerekmektedir.”

Türkiye’nin En İyi Üniversiteleri Sıralaması

Türkiye’nin En İyi Üniversiteleri Sıralaması Tıp Fakültesi Olan

Türkiye’nin En İyi Üniversiteleri Sıralaması Tıp Fakültesi Olmayan

Sonuç
Türkiye’nin bilim, Akademi ve Üniversitelerinin karnesini yukarıdaki araştırmaları bir araya getirerek sizlere sunmaya çalıştık. Bir üniversitenin veya bir ülkenin bilimselliği ve bilime katkısı literature yapmış olduğu bilim seviyesi yüksek makale ve yayınlarla olur. Eğer bu makale ve yayınlar, bilime ve teknolojiye yansırsa hem kendi ülkelerine hem de insanlığa büyük hizmet etmiş olurlar.

Kaynakça

  • Türkiye’de üniversiteler: İntihal sorunu neden arttı, akademik kalite nasıl geriledi?, Çevrimiçi, https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-56111461, 20 Şubat 2021
  • Türkiye Bilim Raporu, Çevrimiçi, http://www.tuba.gov.tr/tr/haberler/akademiden-haberler/tuba-turkiye-bilim-raporunu-yayimladi, 19 Şubat 2021
  • Tüm Üniversitelerin Genel Sıralamasi, Çevrimiçi, https://newtr.urapcenter.org/Rankings/2020-2021/2020-2021-T%C3%BCm%20%C3%9Cniversitelerin%20Genel%20Puan%20Tablosu, 27 Şubat 2021
  • Akademik Ahlak Türkiye – Twitter Sayfası, Çevrimiçi, https://twitter.com/AcademikAhlak, 26 Şubat 2021
  • Türkiye’de Akademinin Karnesi, Çevrimiçi, https://www.dw.com/tr/t%C3%BCrkiyede-akademinin-karnesi/a-56645311, 26 Şubat 2021
  • ODTÜ URAP, Türk üniversitelerinin karnelerini açıkladı, Çevrimiçi, https://www.aa.com.tr/tr/egitim/odtu-urap-turk-universitelerinin-karnelerini-acikladi-/1994960, 27 Şubat 2021

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir