Anadolu Ajansı’nın geçtiği bir haber, gazetelerde oldukça küçük şekilde yeraldı: Filistinli lider Yaser Arafat ‘Mescid-i Aksa’yı Türkiye’nin korumasını’ istemiş, Filistinli Bakan Salim Tamari de ‘Osmanlı Türk’ünün kıymetini bilemedik. İhanetin bedelini ödemeye devam ediyoruz’ demişti.(Murat bardakçı‘dan alıntı)
Aynı sözleri bundan tam 73 yıl önce bir başka Arap lider, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Arap Yarımadası ile Ortadoğu’nun elimizden çıkmasıyla neticelenen Arap isyanını İngiliz casuslarıyla başlatan Şerif Hüseyin 1931 Mayıs’ında sürgünde yaşadığı Amman’da ölüm döşeğindeyken ‘“Osmanlı’ya kılıç çekmemeliydim, İhanetimin bedelini ödüyorum’”diye itirafta bulunmuştu.
Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat ‘Mescid-i Aksa’yı Türkiye’nin korumasını’ istemiş, Filistinli Bakan Salim Tamari de ‘Osmanlı Türk’ünün kıymetini bilemedik. İhanetin bedelini ödemeye devam ediyoruz’ demişti.
Yaser Arafat ve bakanı, bu sözleri Filistin’e giden Türkiye-Filistin Parlamentolararası Dostluk Grubu’nun üyeleri ile görüştükleri sırada söylemişlerdi. Grubun başkanı olan AKP Manisa Milletvekili Hüseyin Tanrıverdi, gezi dönüşü TBMM’de bir basın toplantısı yaptı ve Yaser Arafat’ın ‘Türkiye gerçek dostumuzdur, bize yardım eder. Mescid-i Aksa’nın adını siz verdiniz. Orası sizin, siz koruyun’ dediğini söyledi. Yine Hüseyin Tanrıverdi’nin söylediklerine göre Filistinli Bakan “Salim Tamari de ‘Osmanlı Türkü’nün kıymetini bilemedik.Onlara ihanet ettik. İhanetin bedelini ödedik, ödemeye devam ediyoruz’”diye yakınmıştı.
Murat Bardakçı Yazısında “Arafat’ın söyledikleri beni önce şaşırttı. Filistinli lider ‘Mescid-i Aksa’nın adını siz verdiniz’ derken hata ediyordu, üstelik bu hata öyle pek küçük değil, oldukça büyüktü; zira Kudüs’teki meşhur ‘Mescid-i Aksa’ya bu ismi biz vermemiştik. ‘Mescid-i Aksa’ sözü Kur’an’da geçerdi ve cami, Hazreti Muhammed’in miraca çıkmasından bahseden İsra Suresi’nde aynen bu adla anılırdı. Demek ki Yaser Arafat çektiği sıkıntıların, yaşının ve hastalığının etkisiyle artık böyle hatalar yapmaya başlamıştı.” diye Şaşkınlığını dile getirmişti..
Ama Arafat’ın bakanının, yani Salim Tamari’nin sözlerini okuyunca, ‘Ben böyle günah çıkarmaları daha önce bir yerlerden işitmiştim’ diye düşündüm. Bu ifadeler Ortadoğu’nun bir başka liderinin, bundan tam 73 sene önce söyledikleriyle tıpatıp aynıydı: Arap Yarımadası’nın ve Ortadoğu’nun Birinci Dünya Savaşı’nda elimizden çıkmasıyla neticelenen Arap isyanını başlatan Mekke Şerifi Hüseyin’in 1931 Mayıs’ında Amman’da ölüm döşeğinde iken söylediği son sözleriyle, meğerse dinden çıkmışız..
İşte, bize karşı ilán ettiği cihadla onbinlerce askerimizin çöllerde can vermesine sebep olan Şerif Hüseyin’in isyanının ve seneler sonraki pişmanlığının kısa öyküsü:
Bizim ‘Şerif Hüseyin’ dediğimiz Hüseyin bin Ali, 1856’da Mekke’de doğdu. Sultan Abdülhamid’in iktidarı sırasında Arap bağımsızlığı hevesine düştüğü farkedilince İstanbul’dan ayrılması yasaklandı. Senelerce evinden dışarıya adım atamadı ama Abdülhamid’i deviren İttihadçılar akıl almaz bir iş yapıp Hüseyin’i Mekke’ye ‘Emir’tayin ettiler.
Derken Birinci Dünya Savaşı patladı ve Hüseyin’in İngilizler’le çok önceden başlayan teması semeresini verdi, kendisini ‘Hicaz Kralı’ ilán etti ve zamanın hükümdarı Sultan Reşad’ın ilán ettiği cihada karşı iki ayrı cihad bildirisiyle cevap verdi.26 Haziran 1916 tarihli ilk bildirisi ‘.”Türkler dinden çıktılar. İslám’ın kanunlarını ve geleneklerini ihlál ediyorlar. Artık Allah’ın emirlerine uymuyor, emredilenin aksini yapıyor, biz Araplar’ın asırlardır devam edegelen ádetlerine saygı göstermiyorlar” diye başlıyor, ‘Araplar’ın Türk idaresine karşı cihada girişmeleri farzdır…’ sözleriyle bitiyordu. 10 Eylül 1916’daki ikinci bildirisinde ise ‘.”İslam dünyasındaki bütün kardeşlerimi bu yıkıcı, bozguncu, aptal ve alçak kişilere (yani, biz Türkler’e) itaat etmemeye çağırıyorum. Allah’a itaat etmeyenlere itaat edilmez!’”diyordu.
İngilizler’in meşhur casusu Lawrens’in Arap kabilelere dağıttığı altınlar Arap dünyasına İstanbul’daki Sultan-Halife’nin ilán ettiği cihaddan daha cazip geldi ve Şerif Hüseyin’in başlatığı isyanla sadece Arap Yarımadası’nı ve Ortadoğu’yu değil, onbinlerce askerimizi de geri gelmemecesine oralarda bıraktık.
Ama bizim uğradığımız bütün bu kayıplar Şerif Hüseyin’e de birşey kazandırmadı ve hayalleri boş çıktı. Krallığından sonra ilán ettiği hiláfetini kendisine bağlı birkaç kabile dışında hiç kimse tanımadı, sonra talihi tersine döndü ve Arabistan Krallığı tahtını 1924’te Suudi Arabistan’ın şimdiki hákimi olan Suudi hanedanının kurucusu İbn-i Suud’a terkedip Kıbrıs’a kaçmak zorunda kaldı.
Şerif Hüseyin, 1931 Haziran’ının ilk haftasında Amman’da, sürgünde öldü. Başında bekleyenler ölümünden birkaç gün önce, henüz kendisini kaybetmediği sırada ‘“Osmanlı’ya kılıç çekmemeliydim. İhanetimin bedelini ödüyorum’”diye sayıkladığını ve liderliğini yaptığı isyanın ailesinin üzerine bir lánet, bir şeamet getirmesi endişeleri içerisinde can verdiğine şahit oldular.oğullarının hiçbiri yatağında can veremedi, ya bir suikastte yahut şaibeli ameliyatlarda ölüp gittiler. Uğursuzluk torunlarına kadar uzandı ve soyundan gelen birçok kral hayattan aynı şekilde ayrıldı.
Filistin’in halini padişah torunundan okuyun;
KUDÜS’te 401 sene boyunca devam eden hákimiyetimiz, İngiliz Generali Sir Edmund Henry Hynmann Allenby’nin 1917’nin 9 Aralık günü Araplar’ın ‘Babu’l-Halil’ yani ‘Hazreti İbrahim Kapısı’ mánásına gelen ‘Halil Kapısı’ dedikleri Yafa Kapısı’ndan şehre girmesiyle noktalanmıştı.
1914’te durup dururken girdiğimiz dünya savaşı sonrasında çöken cephelerimizin arasında Filistin de vardı. İngiliz ordusunun 7 Kasım 1917’de başlattığı son saldırıya karşı koyamamış ve çekilmeye başlamıştık. Önce Gazze’yi verdik, sonra 120 kilometre geriye gittik ve Suriye’de tutunmaya çalıştığımız sırada Filistin’in tamamı bir anda elimizden çıkıverdi.
Tam 401 sene boyunca başında İstanbul’dan giden idarecilerin bulunduğu Kudüs artık İngilizler’indi. ‘Böyle kutsal bir şehre at üzerinde girilmez’ diyen General Allenby, 9 Aralık’ta Yafa Kapısı’ndan Kudüs’e adımını attığı sırada birçok Avrupa ülkesinde kiliseler ‘zafer çanı’ çalmadaydı.
Demekki Arap-Filistin fark etmiyor; bizzat yöneticilerinin ağzından duydunuz; hepsi osmanlıyı arkadan vurmuşlar..Şimdi Kudüs’ü ve Filistin’i korumamızı istiyorlar
Şimdi, bunları yazdığım için málum çevreler ‘“Araplar isyan değil, bağımsızlık hareketi içerisindeydiler, onlar Türk düşmanlığı yapmadılar;Arap düşmanlığını bırak kendi işine bak” diyebilirler.
Dediğiniz gibi Filistin, Osmanli’ya yaptigi ihanetin bedelini bugün ödemeye devam etmekte. Filistin’ de kan dökülmesi Batili devletler o topraklari kontrol ettikce durmaz.